Ulusal Atina Teknik Üniversitesi adına Ayasofya'da çalışan Prof. Dr. Antonia Moropolou, Ayasofya'nın inşasında kullanılan harcın deprem sırasında ortaya çıkan enerjiyi emerek hasarı önlediğini belirterek, ''1999 depreminden önce, bu kompozisyon ve yapısal özellikteki bir anıtın 7 şiddetindeki bir depreme dayanabileceğinden emin olmuştuk'' dedi.
Ulusal Atina Teknik, Princeton ve Boğaziçi üniversitelerinin, Ayasofya'nın yapı malzemesi ve yapının statik değerlendirmesi üzerine 16 yıldır yürüttüğü çalışmaların sonuçları ''Ayasofya'nın Konservasyonunda Yunan İşbirliği'' adlı Yunanca ve İngilizce bir bilimsel yayında toplandı.
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Mustafa Erdik ve Princeton Üniversitesinden Prof. Dr. Ahmet Çakmak'ın önsözünü yazdığı kitabın İstanbul Arkeoloji Müzesi Konferans Salonu'nda gerçekleşen tanıtım toplantısında çalışmalarla ilgili bir sunum yapan Prof. Dr. Moropolou, AA muhabirinin sorularını da yanıtladı.
Prof. Dr. Moropolou, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Yunanistan Parlamentosunun himayesinde 4 Temmuz 2000 tarihinde Atina'da imzalanan ''Türkiye Yunanistan Kültürel İşbirliği Anlaşması'' kapsamında yapılan bu çalışmalarda elde ettikleri bilgilere değindi.
15 yüzyıldır tüm depremlere direnç gösteren Ayasofya'nın ilk inşasından sonra, kubbe tuğlalarında kullanılan malzemenin Rodos'taki tarihi yapılarda kullanılanlara yüzde 97 oranında benzerlik gösterdiğine dikkati çeken Prof. Dr. Moropolou, tuğlaların aynı zamanda Anadolu'da geliştirilmiş yangına karşı dayanıklı bir malzeme içerdiğine de dikkati çekti.
''Bu ilk anıtın, Anadolu ile Bizans ve Erken Yunan yapı teknolojisinin karışımının bir ürünü olduğunu gösteriyor' diye konuşan Prof. Dr. Moropolou, yapının tuğlalarının strese dayanıklı olduğunu, aynı zamanda alelade tuğla ağırlığının 12'de biri kadar hafif oldukları için yapıya yönelik bir stres unsuru oluşturmadıklarını söyledi.
Yapının harcının ise depreme karşı belli dozlara göre hazırlanmış özel bir kompozisyona sahip olduğunu dile getiren Prof. Dr. Moropolou, ''Ayasofya'da kullanılan harcın yarı kristalize bir yapısı var. Bu özel harç, yapının deprem anında ortaya çıkan enerjiyi hasar görmeden emmesine yol açıyor. Çalışmalarımızda bu materyallerin bir simülasyonunu da yaptık. Boğaziçi ve Princeton ile yürüttüğümüz çalışmalar kapsamında bu kompozisyon ve yapısal özellikteki bir anıtın 7 şiddetindeki bir depreme dayanabileceğinden emin olmuştuk. Ve bu çalışma 1999 depreminden önceydi''şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Moropolou, incelemeler sonunda anıtın başlangıçtaki yapısal devamlılığının en az seviyede rahatsız olabilmesi için, tapınağın bakımı sırasında ilk inşa edilirken kullanılan orijinal malzeme ile uyumlu malzeme kullanılmasını öngördüklerini vurguladı.
Binanın korunması yönündeki çalışmalar sırasında ''Büyülü Kubbe''sinde meydana gelen problemleri de incelediklerini anlatan Prof. Dr. Moropolou, şunları söyledi:
''Kubbedeki su emilimi gibi aşınmaya yol açan birçok etken incelendi. Bu problemler etkin bir şekilde azaltıldı. Kubbe içindeki sıva ve dış tarafını kaplayan beton da kaldırıldı. İsviçreli mimar Fossati'nin 19. yüzyılda koruma amacıyla mozaikler üzerine yaptığı sıva korozyona uğruyordu. Sıvayla kapanmış mozaiklerin yeniden ortaya çıkması, çalışmalar sırasında kubbedeki meleğin keşfedilmesi bu doğrultuda çok büyük adım oldu.''
1500 yıllık sır çözüldü
Dünya'dan ve Türkiye'den birçok bilim adamının araştırmalarına konu olan, her yıl milyonlarca turistin görmek için akın ettiği Ayasofya'nın bir sırrı daha gün ışığına kavuştu.
Ayasofya'nın bahçesinde yükselen "Dişbudak" ağaçlarının 1500 yıllık şaheserin ömrüne ömür kattığı ortaya çıktı. Dr. Mimar Hasan Fırat Diker, 500 yıllık el yazmalarında karşılaştığı bilgiden yola çıkarak, yaptığı araştırmada 1500 yıl önce inşa edilen Ayasofya'nın harcında dişbudak ağacı yaprakları kaynatılarak elde edilen sıvının kullanıldığını tespit etti.
Bilimsel laboratuarlarda yapılan karışımlar ve dayanıklılık testleri, dişbudak yaprağı suyuyla karılan harcın diğer karışımlardan 2.5 kat daha dayanıklı olduğunu gösterdi.
İki yıldır bu konu üzerine araştırmada bulunduğunu söyleyen Diker, çalışmasını şöyle anlattı: "Topkapı Sarayı arşiv uzmanlarından Sevgi Ağca'nın Türkçe'ye çevirdiği yazma eserlerin satır aralarında Ayasofya'nın inşası aşamasında 'Lisan-ül Asafir' ağacının yaprağının suda kaynatıldığı ve elde edilen sıvının kireçle karıştırılarak harç olarak kullanıldığı anlatılıyordu. Yine aynı yazmalarda bu karışımla hazırlanan harcın kuruduğunda taştan daha sert bir özelliğe sahip olduğu naklediliyor. Çalışmamıza bu bilgiler ışık tuttu."
Dişbudak'ın yapraklarından harç yaptık
Dr. Diker Osmanlıca ve Batı dillerinde yazılmış kitap ve sözlüklerde "Lisan-ül Asafir" ifadesinin "Dişbudak" ağacı anlamına geldiğini belirledi. Diker, laboratuvar ortamında sürdürdüğü çalışmayı şöyle açıkladı: "İstanbul'da birçok yerde bulunabilen Dişbudak ağaçlarından yapraklar toplanıp kaynatıldı. Elde edilen sıvı harç karışımlarında su yerine kullanılarak dört ayrı örnek oluşturuldu. Ahşap kalıplar içinde 1 ay bekletilmesi sonucu betonlaşan bu harçlar basınç deneylerine tabi tutuldu. Dişbudak ağacının yapraklarından elde edilen sıvının karıştırıldığı harçların diğerlerinden 2.5 kat daha dayanıklı ve bağlayıcı özellikleri olduğu tespit edildi. Sadece kireç ve dişbudak yaprağının suyu kullanılarak, betondan daha sağlam ve hafif bir malzeme elde edildi."
NİCE GİZEMİN KAPISINI AÇABİLİR
Diker, bu deneyin bir ön çalışma olduğunu belirterek, "Bu yeni bilgi bizlere Ayasofya'nın çözülmeyi bekleyen nice gizemlerinden birinin daha kapısını açabilir. Nitekim 16'ncı yüzyıldan kalma yazma eserler üzerinden hareketle yaptığım çalışma sonrasında çok olumlu sonuçlar elde etmiş olduk" dedi. Habertürk
İŞTE FATİH'İN VAKFİYESİ
İstanbul Fatihi Sultan Mehmed Han, Ayasofya Camii'nin ve
vakfının korunmasına ilişkin yayınladığı vakfiyesinde şu ifadelerde
bulunuyordu: "Allah'ın yarattıklarından Allah'a ve O'nun rüyetine iman
eden, ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan olsun melik
olsun, vezir olsun bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun hâkim veya
mütegallib (zâlim ve diktatör) olsun, özellikle zâlim ve diktatör idareciler
tarafından tayin olunan, fâsid bir tahakküm ve bâtıl bir nezâret ile vakıflara
nâzır ve mütevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu
vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal
edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak asla helal
değildir!
Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen
bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve
kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret
gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir
gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine
başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve
vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak
değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer'i
şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeriata ve
vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı
resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey talep ederse, kısaca batıl
tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan
yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar
yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur,
günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların la'neti üzerlerine olsun. "Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar,
onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın.
Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu
değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her
şeyi bilir."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder